16 Mart 2012 Cuma

TÜRKİYE

Üstüne zorla yapıştırılan bazı meziyetlerine rağmen her fırsatta gerçek yüzünü görmemizi sağlayan ülkemiz. Üzerinde yaşayan milletlere, hoş görülü, iyiliksever, çalışkan, dini bütün, mütevazı gibi bir sürü sıfat yakıştırılır. Ancak bırakın toplumsal bir olayı, herhangi bir futbol maçında bile bu yüzeysel özelliklerin altında yatan gerçek karakterleri görmek mümkündür.

Sadece milliyetçilik anlamında bir ayrımcılık değildir bu. Dini anlamda, kültürel anlamda, hatta zevkler anlamında bile her an birbirlerini gözünü kırpmadan öldürebilecek; bunun daha da kötüsü, öldürmekle yetinmeyip, tecavüze, işkencelere, insanlığın aklının alamayacağı şeylere yönelerek, ancak yine de bunu, sadece insana özgü bir vahşilikle yaparız. Kitlesel olarak taciz ve sapkınlıklarda yaratıcı olduğumuz kadar, bu kitlemiz bir anda vatansever milliyetçi bir tavır sakınarak, kendilerinden farklı olanlara karşı ölümcül, insan gururunu alçaltıcı bir katliama da girişir. Türk-Kürt çatışması çıkarmak istiyorlar... Müslüman-gayri Müslim kavgası çıkarmaya çalışıyorlar... Alevi-Sünni çatışması yaratmak istiyorlar... Galatasaray-Fenerbahçe çatışması yaratmak istiyorlar... Bu örnekler ülkemiz için yüzlerce kez çoğaltılabilir.

Tüm bunlar bazı kesimlerce, kendini elit zanneden, kültürlü bir züppenin açıklamaları olarak kabul edilebilir. Ancak, son 60 yılda yapılan tüm katliamlara, tecavüzlere, kavgalara baktığımızda acı gerçeği görebiliriz... Son 60 yılda kaç defa bir ilimizde veya ilçemizde küçük kız veya erkek çocuklarına taciz, tecavüz haberleri ortaya çıkmış? Kaç kere insanları diri diri yakmışız? Kaç defa sadece bir spor olan karşılaşmalarda kan dökmüşüz? Kaç defa inançları için birilerini katletmişiz? Bunlar detaylı bir şekilde araştırılırsa ortaya çok ürkütücü bir tablo çıkmaktadır. Bunlara rağmen neredeyse aynı topluluklar, `Türkiyem`, `güzel ülkemiz`, `yaşasın Türkçülük veya Kürtçülük`, `tekbir bismillah`, tarzı sloganlarıyla vatanseverliği kimselere bırakmamışlardır...

Bu noktada vatanseverlik için `dr. Johnson` un ünlü sözünü dile getirmek mümkün;

"vatanseverlik bir namussuzun son sığınağıdır..."

Asıl sorun ise sadece vatanseverlik değildir. Çünkü eğitim sistemini geliştirmeyen, kültürel faaliyetlerini arttırmayan, kendi gelişimi açısından sistem çarklarını parazitlerden kurtarma girişiminde bulunmayan hiçbir halk, asla vatansever olamaz. Çok yüzeysel bir şekilde incelendiğinde dahi, Türkiye nin eğitim sisteminin, tıpkı baskın oran ın da dediği gibi cehalet üretmeye, yatkın olduğunu; ezbere dayalı, bilimsel neredeyse hiçbir dayanağı olmayan bir sisteme dönüştüğünü görürüz. Bu toplum, bu millet ciddi anlamda hata vermektedir. Fakat biz yenilemek için değil de, yine sadece bize özgü yöntemlerle orasına burasına yama yaparak eskiye olan bağlılığımızdan ya da tembelliğimizden kullanmaya devam ediyoruz.

Nihayetinde topluluk tamamen bilinçsiz ve bir kara mizah örneği olarak kendiyle çelişiyor. Çünkü yaptığı her yama bir öncekini kapatmak içindir ve kapattığı her önceki yama bireyin kendisini temsil etmektedir. Yamalardan sonra ortaya çıkan görüntü, her bilgi ve duygu katmanından biraz biraz alınmış örneklerle ortaya çıkan, en yeni ancak en kötü bilinç seviyesidir. Solcuyum diyen ancak faşizme varan bir ulusalcılığı savunan görüşlerden tutun da, muhafazakârım deyip de müthiş bir zenginlik ve sosyetik hayat içerisinde yaşayanlara kadar, akıl almaz çelişkilerimizin temelinde bu cehaletimiz yatar.

Bu bir mücadele ve irade meselesidir. Toplumda farklı olmaktan ölesiye korkan insanlar bile öyle olmadıkları halde, kendilerini bu sığ düşünce havuzlarına bırakırlar. Bunu da yine kendilerine en yakın gördükleri guruplarla yaparlar. Gerçekten solcu olan ancak yaşadıklarından veya yaşayacaklarından korkan birey, belki bir anda sağcı olmaz ama yine de kendine merkezde bir yer edinir. Bunun akabinde sanki burada düşüncelerin evrimi söz konusuymuş gibi mevki, para, nihayetinde güç ve saygı görmek isteyenler birer ikişer zararsız gördükleri karma ve kötü düşünce havuzlarına akmaya devam ederler. Belirli bir noktadan sonra ortaya milyonlarca insanın kendini yanlış ifade etmesini, karakterlerinin ve kültürel geçmişlerinin paralelinde olmayan safları tutmasını izleriz.

Toplumun adeta çıldırmış bir düzeyde bencil, hilekâr, şuursuz, yalancı ve hatta vefasız bir yapıda olduğunu kabullenmek gerekir. Çünkü sorun halkımızın bu durumda olup olmadığı değildir. Durum aşikâr olduğundan, bu durumdan nasıl kurtulabileceğimizi bulmak gerekir. Eğer toplumların tamamen batmadan değişemeyeceğine inanan varsa, bu bir yalandır. Zira batmanın bir sonu yoktur. Bu sürekli bir çöküştür. Çökmeye başlayan toplumu, kurtarmaya, geliştirmeye başlasanız bile, faydalarını ancak bir iki nesil sonra görebiliriz. O da, ancak yine belirli kesimlerce benimsenecek veya uygulanacaktır. Bu çöküşü durdurmanın tek yolu kararlılıktır. Yılmadan, yorulmadan çalışarak ki sadece ufak bir komün gurubunun ötesine gidemeyecek olan çabalamalar olacaktır bu, mevcut bir nevi ilk örnek yaratılmalıdır. Böylece sonraki neslin oryantasyon süreci daha hızlı olacaktır.

Elbette tüm bu uğraşların temelinde yapabileceğimize inanmak yatar. Katledilmeye, yakılmaya, öldürülüp tecavüz edilmeye rağmen… Eğer ki yapacak cesaretimiz varsa... Aksi halde en fazla 5-10 yıl daha direnip, aklı karışık kitlemize dönüş yapmamak içten bile değildir! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.